Kendimden nasıl bu kadar emin olabiliyordum? Ya da şöyle demeli; Henüz on yedi yaşında olan genç ve deneyimsiz benliğimin endişelerle dolu korkunç dünyada oldukça önemli olduğunu nasıl düşünebiliyordum? Cevabı gayet basitti aslında; Hogwarts'ın sihir eğitimi gören öğrencileri arasında gayet tanıdık olan bir simaya ve isme sahiptim. Ün yapan 'Richard Madelon' ismini dolgun dudaklı kızların seslerinden duymak insana haz veriyordu, ya da kıskançlık ve kinle bezenmiş bir bakışla adımı mırıldanan çocukların seslerinden işitmek. Gıpta ya da hayranlık dolu bakışlarla süzülmek, veya her ikisi de. Belki bunlardı şımarmaya yatkın olan ruhumun henüz tam olarak tatmin olmamış egosunu körükleyen. Fakat her ne olursa olsun, dünyanın etrafımda döndüğünü düşünmek oldukça güzeldi. Kimileri bunu kökleri içimde yatan bir hastalık olarak nitelendirebilirdi, lakin öyle bir düşünce kurcalamıyordu beynimi. Bir ayrıcalıktı bana göre narsist olmak. Kırılgan ruhumu, tedirginlikten ve cefadan koruyordu.
Olağan bir gündü. Güneş, Hogwarts'ın vitraylarla bezenmiş camlarına vuruyor ve koridorları loşluktan kurtarıyordu. Ancak günışığından yeterince faydalanamamış bir koridorda yürümekteydim, bu benim için şans mıydı yoksa şanssızlık mıydı karar veremiyordum. Günışığından haz etmezdim, hayır. Lakin karanlığın güvenilmezliğinden de hoşlanmazdım. Bu yönlerim ele alınırsa, basit bir şekilde 'tuhaf' olarak nitelendirilebilirdim sanırım.
Kendimi dördüncü katta bulduğumda, günün olağanlıktan sıyrılmaya başladığını duyumsar gibiydim. Dördüncü kat, ha? Normal şartlar altındayken asla uğramayacağım bir yerdi. Fakat kısa sürede teslim olup dolambaçlı koridorları arşınlamaya başladım. Yıllar boyunca hiç ardına bakılmamış sayısız kapıyı eledikten sonra, 'Özel Sınıf' olarak adlandırılan yere ulaşmayı başardım. Özel Sınıf'ın kapısını ittirip açarken amacım neydi bilmiyordum, çocuksu bir meraktı belki de. Yine de omuzlarımı 'banane' anlamında silkip dudaklarımdaki çarpık tebessümle odaya girdim ve içerisinin monotonluğuyla yüzyüze geldim. Tebessümüm titredi ve dondu, yanımda bir kitap getirmeyişime rahat rahat lanet edebilirdim şimdi.
Olağan bir gündü. Güneş, Hogwarts'ın vitraylarla bezenmiş camlarına vuruyor ve koridorları loşluktan kurtarıyordu. Ancak günışığından yeterince faydalanamamış bir koridorda yürümekteydim, bu benim için şans mıydı yoksa şanssızlık mıydı karar veremiyordum. Günışığından haz etmezdim, hayır. Lakin karanlığın güvenilmezliğinden de hoşlanmazdım. Bu yönlerim ele alınırsa, basit bir şekilde 'tuhaf' olarak nitelendirilebilirdim sanırım.
Kendimi dördüncü katta bulduğumda, günün olağanlıktan sıyrılmaya başladığını duyumsar gibiydim. Dördüncü kat, ha? Normal şartlar altındayken asla uğramayacağım bir yerdi. Fakat kısa sürede teslim olup dolambaçlı koridorları arşınlamaya başladım. Yıllar boyunca hiç ardına bakılmamış sayısız kapıyı eledikten sonra, 'Özel Sınıf' olarak adlandırılan yere ulaşmayı başardım. Özel Sınıf'ın kapısını ittirip açarken amacım neydi bilmiyordum, çocuksu bir meraktı belki de. Yine de omuzlarımı 'banane' anlamında silkip dudaklarımdaki çarpık tebessümle odaya girdim ve içerisinin monotonluğuyla yüzyüze geldim. Tebessümüm titredi ve dondu, yanımda bir kitap getirmeyişime rahat rahat lanet edebilirdim şimdi.