tarafından Tom Welling Perş. Eyl. 03, 2009 8:53 am
Çölde günlerce susuz yaşayıp en sonunda su gören birisi gibi şarap kadehlerini kafasına diken Tom, Stanley'nin yorumu karşısında gözlerini ayırıp isterik bir kahkaha attı ve tekrar içmeye devam etti. Beyaz kılıfla kaplanmış deri sandalyelerden birine oturup parmaklarını, mum ışıklarıyla aydınlatılmış Balo Salonu'nda sarımsı görünen açık kahverengi saçlarının arasından geçirdi. Umutsuz bir şekilde iç çekerek, kendini soktuğu durumu düşünmeye başladı. Hayatında ilk kez birinden sağdıçlık teklifi almıştı, (büyük ihtimalle ilk ve son olacaktı) ve onu da batırmıştı. Dalgınca, masadaki bir yanık lekesiyle oynamaya başladı.
*
Tom'a bir saat gibi gelen bir sürenin ardından gelmesi gereken tüm konuklar gelmiş, pastanın hazır olduğu belirtilmiş, küçük ev cinleri (böyle bir şey mümkünse) daha da telaşla koşturmaya başlamış, ve en sonunda nikah memuru gelmişti. Stanley o kadar endişeli görünüyordu ki, Tom onun da düğün-öncesi-gelin sendromuna yakalandığına yemin edebilirdi. Ama yine de Elisha'ya kıyasla mutlu görünüyordu. Elisha, bir köşede misafirlerle sohbet ediyordu, canlı sarı saçları ve parlayan masmavi gözleriyle gülümserken etrafına ışık saçıyordu. Fakat yüzündeki gülümsemenin sahte olduğunu ikizi dışında başka kimse anlayamasa da Tom anlayabilirdi. Ne zaman umutsuz veya üzgün olsa Elisha yüzüne bu mutluluk maskesini takardı. Tom, bu mutsuzluğun sadece düğün stresinden olmasını diledi.
O sırada, kel ve çirkin bir ev cini, bıdı bıdı yürüyerek Tom'un yanına geldi. Yemyeşil gözleri telaşla açılmıştı. "Seremoni başlıyor, gitmeniz gerek genç efendi," dedi karga gibi sesiyle. Ardından, daha Tom tepki ya da cevap veremeden, kafasıyla Tom'un beline vurup onu kapıya doğru yönlendirmeye başladı. "Tamam, kendim gidebilirim," diyerek ev cinini iten Tom, kocaman meşe kapının önünde Elisha'yı beklemeye başladı. Seremoni gereği babasının Elisha'nın koluna girmesi ve onu mihraba kadar götürmesi, ve en sonunda damada teslim etmesi gerekiyordu. Elisha'nın babası olmadığına göre, bu durumda onun görevini Tom seve seve üstlenmişti. (Eğer başka birisi yapsaydı kıskançlıktan çatlardı.)
Birkaç saniye sonra, başka bir ev cininin de Elisha'yı sürükleyerek kendisine doğru getirdiğini gördü. Tom, ister istemez güldü. Gelin sendromuna en fazla yakalananlar ev cinleri olmalıydı. Herşeyin mükemmel olmasını herkesten daha fazla istiyor gibi görünüyorlardı. Nefes nefese kalmış bir Elisha yanına gelince Tom kıkırdadı. "Garip yaratıklar, değil mi?" diye sordu, kalabalığa bakarak. Elisha da heyecanlı bir sesle, "Evet, öyleler," dedi. O da gözlerini konuklardan ayıramıyordu. Ev cinleri bıdı bıdı koşuşturup müziği açmaya giderlerken Tom ağzındaki baklayı çıkardı.
"Bir sorun mu var?" diye sordu ciddi bir şekilde. Elisha küçük bir kahkaha atıp, "Hayır, tabiki yok. Gelin stresi falan. Senin sendrom dediğin şey işte." diyerek devam etti. Tom pek ikna olmamıştı, ama yine de uzatmaya niyeti yoktu. Zaten az önce düğün müziği başlamıştı, ve ev cinleri tiz sesleriyle bağırarak onlara kol kola girmelerini işaret ediyorlardı. Tom, sırf ev cinlerinin susmaları için Elisha'nın koluna girmesini sağladı, ve kırmızı halının üzerinde yavaşça yürümeye başladılar. Mihraba doğru küçük adımlarla yürürlerken, etraflarındaki masalarda oturan insanlar takdirle onlara bakıyordu. Elisha önlerinden geçerken bazılarına el sallayıp gülümsedi. Ev cinleri ise dört bir yanda hıçkırıklara boğulmuş ağlıyorlardı. "Cidden, bu cinleri nereden buldunuz?" diye sordu Tom. Kırmızı halıyı yarıladıklarında, mihrapta heyecanla bekleyen Stanley'i gördü. Onun karşısında da Elisha'nın nedimesi olan Lizzie durmuş, gülümseyerek onları izliyordu. Ve ikisinin ortasında da nikahı kıyacak olan tıknaz rahip duruyordu.
Tom, Elisha'yla birlikte mihraba vardığında, Stanley'e hafifçe sarılarak Elisha'yı ona teslim ettiğini sembolik olarak belirtti. Bu sırada kulağına hafifçe, "Son gününün tadını çıkar, ahmak," diye fısıldadı. Stanley gergin bir şekilde güldü. Tom da gülümseyerek Stanley'nin arkasına geçti, ve örnek bir sağdıç gibi beklemeye başladı. Elisha da bembeyaz gelinliği arkasından sürünerek onların karşısına, Lizzie'nin önüne geçti. Tom, karşısında duran ikizlere şöyle bir baktı. Yüzlerindeki heyecanlı ifadeye kadar birbirlerinin tıpatıp aynısıydılar. (Makyaj ve kıyafetleri saymazsanız.)
Rahip sıkıcı bir konuşma yaparken Tom dinlemiyordu bile. Aklı hala yapacağı konuşmadaydı. Göz ucuyla Lizzie'ye baktı. O da rahibin sözlerinden bıkmış gibi görünüyordu. Gözlerini Tom'a çevirdiğinde, yine 'o olayı' yaptılar. O olay, şuydu: Tom ve Lizzie, küçükkken Hogwarts'ta belaları üzerlerine çekmeleriyle ünlülerdi. Ne zaman kuralları yıksalar, öğretmenler onları ayrı ayrı sorguya çekerlerdi. Fakat biri sorgudan çıktığında, birbirlerine sessiz ve anlamlı bir bakış atarlardı. Bu bakışla sanki telepati kurup anlaşırlar ve öğretmenlere aynı şeyleri söylerlerdi. Tom, bu olaya 'telekankaizm' adını veriyordu. Oldukça komik bir olaydı. Tabi ki doğaüstü bir şey değildi. Büyük ihtimalle Tom ve Lizzie düşünce yönünden birbirlerine çok benzedikleri için aynı şeyleri düşünüyorlardı, ve anlamlı bakış atma yetenekleriyle de birbirlerine haber veriyorlardı. Bu yüzden rahip sıkıcı konuşmasına devam ederken Tom, Lizzie'ye, "Sanırım doğaçlama yapacağım," dercesine baktı. Lizzie de, "Hiç yoktan iyidir," dercesine gözlerini kırptı ve kafasını hafifçe yana eğdi. Sonra ikisi de gülümsedi.
En sonunda Tom'un en sevdiği, ve en sıkıcı olmadığını düşündüğü bölüm gelmişti. Gelin ve damadın yeminlerini sunduğu, ve (eğer varsa) gelinin eski sevgilisinin gelip düğünü bastığı bölümdü. Gerçi Tom, en iyi iki arkadaşının düğünlerinin bozulmasını istemiyordu, ama bu düğünün gerçekten bir aksiyona ihtiyacı olduğunu düşünüyordu. Tabi yapacağı doğaçlama büyük bir aksiyon olacaktı, o başka.
"- Stanley Alejandro Légolas, Elisha Stéfania Andié'yi karın olarak kabul edip, hastalıkta ve sağlıkta, ölüm sizi ayırana dek onunla olacağına, onu mutlu ve rahat ettireceğine yemin ediyor musun?"
Tom, Stanley'nin evet diyeceğinden emindi, ama hazırladığı yemini çok merak ediyordu. Eğer Stanley'i birazcık tanıyorsa, düğündeki tüm kedi düşkünü yaşlı kaçık kadınları ağlatacak derecede romantik birşeydi.