Trenden indiği andan itibaren adım attığı dünya onun için yepyeniydi. Zaten öyle olmayan ne vardı ki etrafında? Kafasının içindeki parmaklıksız zindanların onu sonsuz bir boşluğa mahkum ettiği bu hapishanede çıkış yolu olarak kat edebileceği başka bir yol var mıydı? Hayır, elbette hayır! Çaresiz zihni en derin isteklerini yaşarcasına arzularken hatırlamayı, kafası bomboş bir sayfadan ibaretti. Yanında yürüyen kişiler birer yabancıydı birkaç saat öncesine kadar. Hepsi, kendisinin de içinde bulunduğu bir sürü eğlenceli anıyı anlatıp duruyordu. Bu inanılmaz yerde geçirdiği altı yılı acımasız zihni nasıl silip atardı? İsimlerini yeni öğrendiği bu insanlar kendisine böylesine arkadaşça davranırken, onların doldurduğu anıların gitmesine izin verdiği için belleğine lanet etti. Tüm olanları, yaşadıklarını hatırlayabilmesini sağlayacak en uygun yer olduğunu düşündüğü için gönderilmişti Hogwarts'a. Tüm geçmişini belleğine tekrar çağırabilmesi için. Neden bilmiyordu, ancak burada farklı olan bir şeyler vardı.
Adımlarını birbiri ardına sıralarken kafasını dolduran gölgeler geldikleri karanlığa çekilmiş, yerini okulun ihtişamlı görünüşünün yarattığı hayrete bırakmışlardı. Bulutlarla buluşacakmışçasına yükselen minareleri, gücünü sergiler gibi uzanan geniş avluları ile kendisini Londra'da geçirdiği birkaç hafta boyunca gördüğü bütün binaların önüne taşıyan Hogwarts önündeydi işte. Annesi olduğunu iddia eden kadınla odasına kapanıp saatler boyunca geçmişi hakkında yaptıkları konuşmalarda en çok bahsettikleri konu olan bu okul, okuduğu birkaç mektuptan geçmişinin en güzel zamanlarını geçirdiğini anladığı, hafızasının peşine düşmek için en uygun yer olacağını düşündüğü bu okul gözlerinin önünde tüm gerçekliğiyle duruyordu işte. Geride bıraktığı birkaç haftanın nasıl geçtiğini hatırlayınca yüzünü buruşturdu. Tüm anılarının vakumla çekilir gibi terk ettiği zihni, alışkın olmadığı bu boşluk karşısında inanılmaz kıvraklaşmıştı. O birkaç hafta boyunca tüm ders kitaplarını baştan sona okumuş, birlikte yaşadığı kişilerden -kendisine duydukları şefkatle karışık sevgi yüzünden onlara anne ve baba diyebilecek kadar ısınmıştı- saatler süren büyü dersleri almıştı. Yaşattığı tüm şaşkınlıklarla o anların hepsi gözlerinin önünden geçti. Eline asası olduğunu söyledikleri çubuğu tutuşturmalarını, soğuk ama canlı olan oduna dokunduğunda parmakucundan başlayıp vücudunun geri kalanına yayılan o karıncalanma hissini, asasıyla yaptığı ilk büyünün -Accio idi- yarattığı heyecanı hatırlayınca buruşmuş olan yüzü gevşedi, hatta gülümsediğini düşündürtecek bir hal aldı.
Yan tarafından gelen bir ses onu beynini sarmış olan düşüncelerden kurtardı. Anlamamıştı Josh'ın ne dediğini. Tekrar sormasını istedi usulca. Soru kendisini oldukça şaşırtmıştı. "Lilith diyorum. Lilith, sevgilin. Onu da mı hatırlamıyorsun?"
"Hayır." dedi girişteki dev saatin altından geçerken. Zihni gördüğü her ayrıntıyı, geçtiği her yolu saydam sayfalarına kazırken kafasına duyduğu isimle ilgili bir şey gelmesi için bekledi geçmişiyle ilgili bir şey duyduğu diğer zamanlardaki gibi. Biraz daha umutluydu bu konuda, sonuçta insan sevgilisini diğerlerinden çok daha özel kısımlara yerleştirirdi. Öte yandan zihni onunla aynı fikirde değildi. Lilith sözcüğü hiçbir şey ifade etmiyordu onun için. Düşündüğü birkaç dakikanın sonunda diğerlerinin duyamayacağı bir şekilde mırıldandı. "Hayır, hiçbir şey ifade etmiyor."
Ortak salonun kapısına geldikleri zaman kendilerine bilmece soran yaşlı kambur büyücünün sorusuna on saniye ayırdıktan sonra içeri doğru savrulan portrenin açıkta bıraktığı geçitten geçerek içeri girdiler. Bir sürü öğrenci doluşmuştu ortak salona. Etraftaki onlarca kişinin içinde kendisine doğru yaklaşan bir tanesi çekti dikkatini. Etrafındakiler yürümeyi bırakmışlardı. Şu ana kadar her seferinde olduğu gibi sıcak bir selam bekleyen genç büyücü kızın dudaklarını kendininkilerin üstünde hissedince hiçbir şey düşünemedi, şaşkınlık hissi bile terk etmişti onu. Ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri yokken çekilmedi, öylece kızın kendisini öpmesine izin verdi. Ne kadar zaman sonradır bilinmez, dudakların bıraktığı öpücükler yavaşladı ve kayboldu. Hissettiği şaşkınlık ve hayal kırıklığı yüzünden okunurken kız geri çekildi. Yapılabilecek bir şey yoktu, ona neler hissettireceğini tahmin edebiliyordu, içinde bulunduğu durumu en bariz şekilde açıklayacak olan cümleyi kafasında kurdu ve söyledi.
"Sen Lilith olmalısın."
Adımlarını birbiri ardına sıralarken kafasını dolduran gölgeler geldikleri karanlığa çekilmiş, yerini okulun ihtişamlı görünüşünün yarattığı hayrete bırakmışlardı. Bulutlarla buluşacakmışçasına yükselen minareleri, gücünü sergiler gibi uzanan geniş avluları ile kendisini Londra'da geçirdiği birkaç hafta boyunca gördüğü bütün binaların önüne taşıyan Hogwarts önündeydi işte. Annesi olduğunu iddia eden kadınla odasına kapanıp saatler boyunca geçmişi hakkında yaptıkları konuşmalarda en çok bahsettikleri konu olan bu okul, okuduğu birkaç mektuptan geçmişinin en güzel zamanlarını geçirdiğini anladığı, hafızasının peşine düşmek için en uygun yer olacağını düşündüğü bu okul gözlerinin önünde tüm gerçekliğiyle duruyordu işte. Geride bıraktığı birkaç haftanın nasıl geçtiğini hatırlayınca yüzünü buruşturdu. Tüm anılarının vakumla çekilir gibi terk ettiği zihni, alışkın olmadığı bu boşluk karşısında inanılmaz kıvraklaşmıştı. O birkaç hafta boyunca tüm ders kitaplarını baştan sona okumuş, birlikte yaşadığı kişilerden -kendisine duydukları şefkatle karışık sevgi yüzünden onlara anne ve baba diyebilecek kadar ısınmıştı- saatler süren büyü dersleri almıştı. Yaşattığı tüm şaşkınlıklarla o anların hepsi gözlerinin önünden geçti. Eline asası olduğunu söyledikleri çubuğu tutuşturmalarını, soğuk ama canlı olan oduna dokunduğunda parmakucundan başlayıp vücudunun geri kalanına yayılan o karıncalanma hissini, asasıyla yaptığı ilk büyünün -Accio idi- yarattığı heyecanı hatırlayınca buruşmuş olan yüzü gevşedi, hatta gülümsediğini düşündürtecek bir hal aldı.
Yan tarafından gelen bir ses onu beynini sarmış olan düşüncelerden kurtardı. Anlamamıştı Josh'ın ne dediğini. Tekrar sormasını istedi usulca. Soru kendisini oldukça şaşırtmıştı. "Lilith diyorum. Lilith, sevgilin. Onu da mı hatırlamıyorsun?"
"Hayır." dedi girişteki dev saatin altından geçerken. Zihni gördüğü her ayrıntıyı, geçtiği her yolu saydam sayfalarına kazırken kafasına duyduğu isimle ilgili bir şey gelmesi için bekledi geçmişiyle ilgili bir şey duyduğu diğer zamanlardaki gibi. Biraz daha umutluydu bu konuda, sonuçta insan sevgilisini diğerlerinden çok daha özel kısımlara yerleştirirdi. Öte yandan zihni onunla aynı fikirde değildi. Lilith sözcüğü hiçbir şey ifade etmiyordu onun için. Düşündüğü birkaç dakikanın sonunda diğerlerinin duyamayacağı bir şekilde mırıldandı. "Hayır, hiçbir şey ifade etmiyor."
Ortak salonun kapısına geldikleri zaman kendilerine bilmece soran yaşlı kambur büyücünün sorusuna on saniye ayırdıktan sonra içeri doğru savrulan portrenin açıkta bıraktığı geçitten geçerek içeri girdiler. Bir sürü öğrenci doluşmuştu ortak salona. Etraftaki onlarca kişinin içinde kendisine doğru yaklaşan bir tanesi çekti dikkatini. Etrafındakiler yürümeyi bırakmışlardı. Şu ana kadar her seferinde olduğu gibi sıcak bir selam bekleyen genç büyücü kızın dudaklarını kendininkilerin üstünde hissedince hiçbir şey düşünemedi, şaşkınlık hissi bile terk etmişti onu. Ne yapacağı hakkında en ufak bir fikri yokken çekilmedi, öylece kızın kendisini öpmesine izin verdi. Ne kadar zaman sonradır bilinmez, dudakların bıraktığı öpücükler yavaşladı ve kayboldu. Hissettiği şaşkınlık ve hayal kırıklığı yüzünden okunurken kız geri çekildi. Yapılabilecek bir şey yoktu, ona neler hissettireceğini tahmin edebiliyordu, içinde bulunduğu durumu en bariz şekilde açıklayacak olan cümleyi kafasında kurdu ve söyledi.
"Sen Lilith olmalısın."